21 Mart 2010 Pazar

GÖRDES'Lİ MAKBULE

Akıncılar müfrezesinde Halil Efe'nin eşi Makbule Hanım yirmi yaşlarında, cesur bir kadındı. 1921'de Halil Efe ile Demirci'de evlenmiş ve iki ay sonra kocası ile birlikte yurdu kurtarmak için dağa çıkmış, sekiz ay dağlarda kar, yağmur ve çamurda beraber gezmiş ve düşmanla muharebe edip, Milli İstiklal Savaşı'nın muvaffakiyetle sonuçlanacağına kanaat getirerek yılmaz bir azim ve sebatla yöre erkeklerine örnek olmuş ve onları kamçılamıştır.

Kendisi siyah pantolon, ceket ve uzun bir manto giyinir, ayağında çizme, başında siyah başlık ve elinde bir Japon filintası taşırdı. Bir saldırıda düşmandan ele geçirdiği doru atı üzerinde daima müfrezenin artçısı olurdu. Pek çevik ata biner ve iner, tehlike zamanında herkesten evvel silahını kullanırdı. Birkaç çatışmaya girdiği gibi bir iki defa da düşmanın pususuna düşmüş ve hiçbir zaman metanetini kaybetmemiş, hatta telaş gösterenlere cesaret örneği olmuştur.

Akhisar- Sındırgı hattının sonunda yer alan Kocayayla'da yapılan bir çatışmada 16 Mart 1922 günü başından aldığı bir kurşunla şehit olmuş, aynı yerde kanlı elbisesi ve çizmesi ile toprağa verilmiştir.

Kurtuluş Savaşında Kadın Kahramanlar “Harp Tarihi Yayınlarından alıntı”

KILAVUZ HATİCE


Adana'nın Külek Nahiyesi'nden Hasan Ağa'nın kızıdır. Fransız’lara karşı vatani vazifesini yapmak ve yurdunu korumak maksadıyla Kilikya Milli Kuvvetlerinden Emin ve Derviş ağaların müfrezesine gönüllü olarak iştirak etmiştir. Bu müfrezeler Haçkırı,, Kelebek, Bilemedik istasyonlarında bulunan Fransız kıtalarına baskınlar yaparak çok zâyiat verdirmiş ve Fransız’lardan - çoğu Ermeni askeri olmak üzere - 200'den fazla esir ve birçok ganimetler almışlardır.

Bu başarılar, Adana Milli Kuvvetlerinin şöhretini arttırmış, yiğitlik ve yılmazlıklarıyla anılan halkın kahramanlık hislerini kamçılamış ve Pozantı saldırısının yapılmasına neden olmuştu.Kuvvetlerimiz Pozantı'yı muhasara ettiler. 8 Mayıs 1336 (1920)'de Pozantı'ya üç yönden saldırı ve bombardıman başladı.. Hakim mevkilerde bulunan toplarımızın Toros Dağları'nda akseden müthiş gürültülerinden zevk alan Milli Kuvvetlerimiz Pozantı'ya taarruza başladılar. Bu taarruza bütün kadınlar, çoluk çocuklarıyla halktan, birçok kimseler iştirak etti.

Pozantı'da mahsur kalan Fransız’ların Tarsus istikametinde bir yarma hareketi yapacaklarını anlayan Hatice, bir kolayını bulup Fransız’lara katılmış ve onlara yanlış kılavuzluk etmiş ve onları çok sarp olan Karaboğazı'nı tıkadıktan sonra firar etmiştir. En kısa zamanda Milli Kuvvetlere ulaşan Hatice, düşmanın zor durumda olduğunu haber vererek emrine aldığı yüz kadar silahlı adamı ile Karaboğaz'ın iki tarafındaki tepeleri işgal etmiş ve Fransızlar tam yarma hareketi yaparken, bir ateş baskını ile düşmana büyük bir zayiat verdirmiştir. Bu baskın neticesinde Fransız kıt'alarından 9 subay, 550 esir er ve 7.5'luk bir top ele geçirilmiştir.
Kurtuluş Savaşında Kadın Kahramanlar “Harp Tarihi Yayınlarından alıntı”

DOMANİÇLİ HABİBE

Bir Yunan fırkası, Bursa'nın Gemlik Kazası'ndan geçti. Domaniç'ten, Sultan Dağları'ndan Kütahya üzerine doğru yürüdü. Karargâh Kumandanı Nâzım Bey şehit oldu. İnegöl halkı yediden yetmişine kadar düşmana karşı koymaya hazır. Silah bulamayanlar, taş, odun, demir parçalarıyla vatanı korumaya gidiyorlar!..

O sırada Domaniç Dağları'nın bu yiğit kadını da 20 yıl boyunca bütün bir gençliğini harcayarak yetiştirdiği oğlunun eline silahını veriyor. Ona aşıladığı vatan sevgisinden emin bir halde göğsünü gere, gere, İnegöl'e düşmanın karşısına gönderiyor.

Lâkin, gel gör ki; dağdan inen bu saf köylü çocuğu, bize hıyânet eden bir jandarma onbaşısının oyuncağı oluyor. Yaptığı işin kötülüğünü fark etmeden düşmana haber taşıyor.

Bir gün, köyünde oğlunu, yurdunun kurtuluşu için dua ederek bekleyen bu talihsiz anaya, uğursuz bir haber veriyorlar:

" - Oğlun düşmana casusluk etti!"

Kadın bir an duraklamadan silahlarını kuşanarak atına binip yola düşüyor. Kuytu ormanlar, yalçın kayalar aşarak bir yıldırım hızı ile İnegöl'e iniyor. Aldığı adrese göre oğlunun bulunduğu yere varıyor. Kendisini görmek üzere geldiğini söylüyor.

Az sonra anasının gelişine sevinen genç, elini öpmek için koşa, koşa yaklaşırken atının üstünde dimdik bekleyen kadın, kara feracesinin yenine sakladığı silâhı çekerek tek kurşunla onu toprağa seriyor. Ve atın başını çevirerek arkasına bakmadan, bir kasırga hızıyla dönüp kayboluyor."

Kaynak- Şükûfe Nihal’in "Domaniç Dağları'nın Yolcusu - Bir Yurt Gecesi" isimli eseri.

18 Mart 2010 Perşembe

18 MART ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ YILDÖNÜMÜ

Çanakkale Savaşları ve bu savaşlarda Türk Askerinin elde ettiği, zaferlerin her biri birer destandır. Bu savaşlarda hasta adam olarak yaftalanan Türk Milleti, topraklarını paylaşmaya gelen güruha, TÜRK'ün vatan için neler yapabileceğini göstermiştir.

Bu savaşta Türk Milletinin yokluk içinde ve bütün dünyaya, sözde dostlara, düşmana rağmen yaptıklarını gören Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı için cesaretlenmiş, ta o günlerde "KURTULUŞ SAVAŞ'ının da " tohumları atılmıştır.

Kutlu Olsun Milletime! RAHMET Olsun Şehidime!

"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!"

16 Mart 2010 Salı

TAYYAR RAHMİYE

Osmaniye Kazası'nın Kaypak Nâhiyesi Râziyeler Köyü'nden Rahmiye Hanım Fransızların işkence ve baskılarına tahammül edemeyerek Hüseyin Ağa'nın Milli Kuvvetlerine gönüllü olarak katılmış ve Şubat 1920 de Hasanbeyli civarında 89. Tümenin yürüttüğü taarruza müfrezesiyle bilfiil iştirak etmiştir. Bu çarpışmada Fransızlardan 80 tüfek ve 2 makineli tüfek alınmıştır.

Çarpışmada şehit düşen ve ateş altında kalan iki arkadaşını kurtarmak için derhal ileri atılarak arkadaşlarını şehitlerin naaşını kurtarmış ve bu kahramanca hareketinden dolayı kendisine "tayyar" (uçan) nâmı verilmiştir.

Temmuz ayında Osmaniye'deki çok korunaklı Fransız karargâhına saldıran arkadaşlarının tereddüdünü gören Tayyar Rahmiye:

" - Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürünmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?" diye bağırarak arkadaşlarını hücuma teşvik etmiş ve Fransız karargâh kapısının on adım önünde alnından aldığı bir kurşun yarasıyla şehit olmuştur.

Kurtuluş Savaşında Kadın Kahramanlar “Harp Tarihi Yayınlarından alıntı”

11 Mart 2010 Perşembe

“12 MART” BUGÜN İSTİKLAL MARŞIMIZIN KABUL YILDÖNÜMÜDÜR.

İlk defa 1920 yılında zamanın Genel Kurmay Başkanı İsmet İnönü ordu adına, Milli Eğitim Bakan Vekili Dr. Rıza Nur’a memleket için bir milli marşın yazılmasını önerdi. Yarışma Milli Eğitim Bakanlığının genelgesiyle okullara ve basın yoluyla da Türk şairlerine duyuruldu.

Yarışmaya 724 parça şiir katıldı. Fakat hiçbirisi milli marş olmaya layık görülmedi. Böyle bir marşın ancak Mehmet Akif tarafından yazılabileceği ve para meselesinden dolayı yarışmaya katılmadığı da ağızlarda dolaşıyordu.

Hasan Basri Bey, para meselesinin kaldırıldığını söyleyerek, Akif’in yarışmaya katılmasını sağladı. Mehmet Akif’in şiiriyle birlikte üç parça, orduya gönderilerek, asker üzerinde tesiri en fazla olan eserin tespit edilmesi istendi.Cevap olarak Mehmet Akif’in şiirinin beğenildiği bildirildi.

Akif’in Marşı, Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından Meclis’te okundu. Büyük bir coşkuyla dinlenen marş, sık sık alkışlarla kesildi. Marşın kabul edilmesi, 12 Mart 1921 tarihinde öğleden sonraki oturumda ele alındı.

Akif’in marşının oya sunulması kararlaştırıldı ve “Oy birliği ile kabul edildi.” Marş teklif üzerine en son ayakta dinlendi. KAHRAMAN ORDUMUZA ithaf edilen marş, İSTİKLAL MARŞI olarak kabul edildi.

İSTİKLAL MARŞI

Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma; kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl
Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...
Hakkıdır, hakka tapan, milletimin istiklâl

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakini sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! nasıl böyle bir imanı boğar,
Medeniyet! dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler hakkın.
Kim bilir belki yarın... belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri «toprak!» diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda, fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi şudur ancak emeli,
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar - ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli,

O zaman vecdile bin secde eder - varsa - taşım.
Her cerihamdan, ilâhi boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruhu mücerret gibi yerden naşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır; hakka tapan, milletimin istiklâl.

Mehmet Akif ERSOY