13 Şubat 2011 Pazar

MEVLİD KANDİLİNİZ KUTLU OLSUN

42. ve 47 nci GİRESUN GÖNÜLLÜ ALAYLARI


Tamamı Giresun Uşaklarından kurulu bu alayların, tüm teçhizat ve iaşesi Topal Osman tarafından karşılanarak 2000 mevcutlu “42. Giresun Gönüllü Alayı”nın başına Giresun Askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı H.Avni Alpaslan Bey, 2500 mevcutlu “47. Giresun Gönüllü Alayı”nın başına da “Giresun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” ve “Giresun Belediye Başkanı” Osman Ağa geçmiştir. 

Osman ağa önce “Koçgiri Kürt İsyanı”nı bastırır. Daha sonara Samsun’da H.Avni Alpaslan Komutasındaki 42. Alay’la buluşarak mıntıkadaki Rum çetelerine karşı büyük bir temizlik harekatına girişirler. Bu sırada Sakarya Meydan Muharebesi başlamıştır. Kan gövdeyi götürmektedir. Durum çok kritiktir. Ankara’dan gelen emir üzerine çok acele cepheye yetişmeleri gerekmektedir.

Bundan sonrasını Atatürk şöyle anlatır:

“Sakarya Muhaberesi sıralarında, cephemizin bir tarafında gedik açan düşmanın gediği genişletmekte ve ilerlemekte olduğunu bildirdiler. Derhal yedekte bulunan kuvvetlerimizden yeterli miktarda imdat gönderilmesini ve süngü hücumu ile düşmanı eski mevzilerine tard etmelerini emrettim. Fakat aldığım cevap: “İhtiyatla kuvvetimiz kalmadı, hepsi mevzilerde çarpışıyor. Yalnız Giresunlu Topal Osman Ağa’nın askerleri vardır.” Oldu. Tekrar verdiğim emirde: “Kim olursa olsun, süngü hücumu yapacaklardır.” dedim. Cevap verdiler: “Bunların süngüsü yoktur”.

Osman Ağa’nın Karadenizli gönülleri milli kıyafetleri ile gelmişlerdi. Süngüleri yoktu. Süngü yerine bellerinde eğri bıçaklar vardı. Hatırıma derhal o Karadeniz bıçakları geldi. Hemen: Osman Ağa’nın askerleri bellerindeki bıçaklarla düşman üzerine atılıp, eski mevzilerine tard edeceklerdir.” Emrini verdim.

Eğri bıçaklarıyla düşmana saldıran bu yiğit çocuklar Yunanlıları eski mevzilerine atmağa muvaffak oldular. Fakat yüzde altmış kayıp verdiler.”

Yunanlılar eski mevzilerine atılırken de   Her iki alayın tamamına yakını H.Avni Alpaslan Bey dahil şehit düşmüş 42. Alay’dan, sadece 84 kişi, 47. Alay’dan ise, 285 kişi sağ kalabilmiştir. 

Bu olayla ilgili  Fahrettin Paşa’da  şunları anlatır:

“Ben Polatlı’da iki alayla düşman kuvvetleriyle çarpışırken, karşı taraftaki yunan kuvvetleri 15 bin kişiyle eriyen kuvvetlerimize saldırmakta idi. Bir akşamüzeri üç tarafımız düşman kuvvetleri ile çevrilmiş, elimizde 450-500 kişi bir kuvvet kalmıştı ki, bu arada Çankaya sırtlarında bulunan Atatürk’ü telefonla aradım. Durumumuzu anlatarak, Polatlı’yı bırakacağımızı, çünkü üç tarafımızı düşman sardığını ve esir olmaktansa Ankara sırtlarına çekileceğimizi söyledim. Yanındaki komutanlarla istişare ettikten sonra, çekilmememi, çünkü “42. ve 47. Giresun Gönüllü Alayları”nın Polatlı’ya hareket ettiğini yarın sabah Polatlı’da olacağını müjdeledi. O an hayatımın en sevindiği anı olmuştur. O gece sabaha kadar uyumadım. Sabah olunca dürbünle etrafa bakarken ne göreyim; Giresun Uşakları üzerlerinde abazıpkaları ile düşmana hücum ediyorlar. Düşman bu kıyafeti görünce şaşkına döndü. Yüzde altmışının silahı olamayan Giresun Uşakları bellerindeki kamayla,  kaçan Yunanlıların arkasından atlıyorlardı. Öldürdükleri düşmanın silah ve kütüklükleri ile silah sahibi oldular. Düşmanın büyük bir panik içerisinde ilk mağlubiyeti böyle başladı. Bu an kadar sevindiğim hiç olmamıştır.”


Sakarya Zaferinden sonra mevcudunun tamamına yakınını kaybeden 42. inci Alay lağvedilir. 47. Alay ise mevcudu takviye edilerek Büyük Taarruza hazırlanır.

26 Ağustos 1922 tarihinde Mustafa Kemal’in emriyle Büyük Taarruz başlar. Bu sırada Osman Ağa komutasındaki 47. Giresun Gönüllü Alayı Afyon İli İscehisar ilçesi Karaağaç ve Doğanlar köyü sınırları içerisindeki “Kapaçkıran” ve “Dedesivrisi (Sivriepe)” mevkilerin de mevzilenmiş olan düşmanla savaşmaktadır. Tepelerin yamaçlarına Yunan tel örgülerle öyle bir tahkimat yapmıştır ki, Yunan birliklerini teftişe gelen bir İngiliz Generali “Türkler bu tel örgüleri geçebilirler ise gelip Avrupa’yı da alsınlar” diye alay eder. 47. Alayımız’a mensup 38 cesur Giresun Uşağı sağdan soldan temin ettikleri paslı makaslarla bu tel örgüleri bir gecede kesmeye muvaffak olurlar. Ancak, ne var ki, şansları yaver gitmez. Tel örgülere takılı çıngırakların sesine uyanan yunanlılar binlerce mermi yağdırmaya başlar. Bu esnada 14 yiğit Giresun Uşağı şehit düşer. Hemen aceleyle dualar ve gözyaşları arasında oldukları yere defnedilirler. Bu arada 36 saat süren bir taarruzdan sonra Giresun Uşakları düşmanı Sivritepe mevkiinden atmaya muvaffak olurlar. 

14 Şehidimizin yattığı yere bugün “GİRESUN ŞEHİTLİĞİ” diye anılan abide dikilir.

Sakarya Meydan Savaşına Milis Binbaşısı olarak katılan Osman Ağa, “Büyük Zafer”den sonra TBMM tarafından Yarbay rütbesi ve İstiklal Madalyası ile taltif edilir.

“Büyük Taarruz”un bir parçası olan ve yukarıda hikayesini anlattığımız “Kabaçkıran” ve “Dedesivrisi (Sivritepe) mıntıkasındaki çarpışmalarda şehit düşen kahraman “47. Giresun Gönüllü Alayı”nın 14 şehidinin isimleri şunlardır:

Giresun Boztekke köyü Karslıoğullarından Ali oğlu Hasan 1315 doğumlu
Çukur köyü Sipahioğullarından Mehmet oğlu Necip 1317 doğumlu.
Alınyoma Bala köyünden Hallıcıoğlullrından Osman oğlu Hüseyin 1317 doğumlu
Kemaliye köyü Eskioğullarından Ahmet oğlu Mustafa 1315 doğumlu.
Çiçekli köyü Topçuoğlullarından İyas oğlu Rasim 1316 doğumlu
Sayça köyü Habibhasan oğllarından Ahmet oğlu Dursun 1314 doğumlu.
Grele Daylı köyünden Vehioğullarından Emin oğlu Yusuf 1311 doğumlu.
Keşap Küçükgeziş köyü Yusufoğullarından Emin oğlu Yusuf 1303 doğumlu.
Keşap Karabulduk köyü Giranhacıoğullarından Şükrü oğlu İbrahim 1315 doğumlu.
Dereli Yavuz Kemal Hapan köyü Türkmenoğullarından Yusuf oğlu Osman 1309 doğ.
Bulancak Uçarlı köyü Dervişoğullarından Hüseyin oğlu Niyazi 1314 doğumlu.
Hamurlu köyü Tümpataoğullarından Ahmet oğlu Osman 1309 doğumlu.
Keşap Halkalı köyü Alaşalvaroğullarından Salih oğlu Abdullah 1317 doğumlu.
Tatlılı köyü Durmuşoğullarından Hüseyin oğlu Nazım 1316 doğumlu.



Kaynak-Fahrettin Altay’ın Anları ve Kurtuluş Savaşı Kahramanları.

Keşke size alay mensubu bütün kahramanların kimliğini verebilseydim. Ancak yalnızca Giresun Şehitliğinde yatanların kimliğine ulaşabildim!



TOP MERMİSİ KOVANI

Mart 1921 İnönü Ovası İnsanın İflahını kesen buz gibi bozkır ayazında Ethem Çavuş’un sırtı üşüyor, avuçları ise kızgın mermi kovanlarına çıplak elle dokunduğu için alev alev yanıyordu.Top atışı on sekiz saattir durmaksızın sürüyordu. Ethem Çavuş, 75 mm’lik topu durmaksızın dolduruyor, her seferinde besmele çekip keşif kolundan bildirilen menzillere kıyamet yağdırıyordu. Sandıkta kalan sondan üçüncü mermiyi aldığında bir an duraksadı. Merminin üzerine bir çaput sarılıydı. Çaputu sökerken avucuna kalem büyüklüğünde demir bir çubuk düştü. Çaputun ve çubuğun anlamını çözmeye çalışırken sarı metalden mermi kovanına kazınarak yazılmış yazıya gözü ilişti. Okumaya vakti yoktu. Mermiyi topa sürüp ateşledi. Demir çubuğu cebine, boş kovanını ise bu sefer sandığa değil yere attı. Birkaç dakika sonra soğumuş olan kovanı kaybolmaması için yerden alıp, bir kenara koydu. 

Akşam ezanı vaktinde çarpışma durulmuş, mevzileri ileri, düşman hatlarına doğru ilerletme emri gelmişti. Batarya komutanı, Ethem Çavuşa istirahat verdi. İlk iş olarak boş kovanı alarak üzerindeki yazıyı okudu. Kovanın üzerinde: 

“Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4.Alay 2.Tabur 8.Batarya 26 Rebiyülahir 1339*İnönü” yazıyordu.

Birinci İnönü savaşının en kızgın günlerinden birinde düşülmüş not ve mermiyle gelen demir çubuk, İmalat-ı Harbiye atölyelerinde çalışanların bir mesaj istediğini gösteriyordu. Boşalan kovanlar Ankara’daki atölyelere yollanır, oradan tekrar doldurulup cepheye dönerdi.

Üç saat sonra gecenin iyice çökmesiyle savaş tamamen durulmuş, birlikler yeni mevzilerine yerleşmişti. Ethem Çavuş, cebindeki demir çubuğu çıkarıp bir köşeye oturdu. Ucu sivriltilmiş çubuk, bakır ustalarının “kalem” dedikleri, metal üzerine desen oymaya yarayan keskin bir aletti. Eline yumruk büyüklüğünde bir taş alarak hafif tıklamalarla kendi mesajını kovana kazıdı.: “Aksekili Ethem Çavuş 8.Alay 3. Tabur 1.Batarya 20 Recep 1339** İnönü”

Beş gün sonra Ankara Atölye’nin bir köşesinde cepheden gelen sandıkları açan kalfa, tezgâhlardan birinde harıl, harıl çalışmakta olan ustaya seslendi: Sesinde, eşi doğum yapmış bir adama bebeğini müjdeleyen ebenin heyecanı vardı.

-“Kâmil Usta! Müjdemi İsterim! Senin yavru cepheden dönmüş!”.

Hepsi sandıkların olduğu kısma koşturarak kovanın üstündeki yazıyı okumak için toplandılar. Tabii ki bu şeref Kâmil Ustaya aitti. Yüksek sesle Ethem Çavuşun notunu okudu. Atölyede bir bayram havası esmişti. Tüm çalışanlar, Kâmil Ustayı yeni baba olmuş biriymiş gibi kutluyor, hayır duaları ediyorlardı. Ustalar, İş tezgâhlarından birinin başında toplandılar. Kâmil Usta kovanın ağzının eğilen yerlerini düzeltip özenle kapsülünü yeniledi. İçine barutunu doldurduktan sonra yeni bir çekirdeği kovanın ağzına oturttu.

Mermi hazır olunca, Ethem Çavuşun kovanın içinde geri yolladığı çelik kalemi yeni bir çaputla merminin üzerine sardı. Kundaklanmış mermiyi şefkatle tutarak yeni doldurulan bir sandığa yatırdı.

Çalışanlar hep bir ağızdan “Allah kavuştursun” diyip işlerinin başına döndüler. Kâmil Usta, halen açık duran sandığa yatırdığı mermiye hüzünle bakıp “Selametle git aslanım. Allah muvaffak etsin. Çok bekletme bizi” dedi. Kovan, Birinci İnönü savaşı sıralarında üzerindeki ilk notla Kâmil Ustanın eline geçtiğinde bu fikir doğmuştu. Karahisarlı Seyfi Çavuşun başlattığı bu geleneğin süreceğinden emin değildi; ama denemeye değerdi. Nitekim Aksekili Ethem Çavuş umutlarını boşa çıkarmamıştı. Cephede patlayan her merminin kovanı buradaki ustaların elinden geçtiğine göre bir aksilik olmazsa yeniden görüşeceklerdi.

Bir buçuk yıl içinde kovan sekiz kere daha atölyeye uğradı. Üzerindeki mesajların sayısı da sekize ulaşmıştı. Mesaj yazanların sekizi de başka alay ve taburlardan farklı kişilerdi. Kovan her keresinde atölyedekilere daha büyük bir coşku yaşatıyor, istiklâl savaşının her zorlu durağından Ankara’ya barut, kan ve zafer kokusu taşıyordu. 

Türk ordusunun İzmir’e girdiği gün Ankara’da bayram havası eserken kovan yeniden gelmiş, ama bu sefer tüm atölyeyi yasa boğmuştu. Kovanın içinde, çelik kalemin yanı sıra bir mektup ile bir tane de bakır künye vardı. Kovanın üzerine kazınmış dokuzuncu notta; “Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8.Batarya 12 Muharrem 1341*** Banaz” yazılıydı. Atölyedekiler mektubu açıp okumaya koyuldular; 

“Bismillahirrahmanirrahim. Selamün aleyküm gayretperver ustalar. Allah’a şükürler olsun ki mendebur düşman kaçıyor. Muzaffer Türk ordusu beş gündür durup dinlenmeksizin kâfiri kovalıyor. Güzel İzmir’e, kalplerimizdeki imânımız kadar yakınız artık. İki gün evvel Banaz’daki muharebede bataryamın çavuşlarından Seyfi, kalleş düşmanın kurşunuyla şahadete ermiştir. Cenazesini sıhhiyecilere teslim etmeden önce torbasının içinde bu kovanı buldum. Malumunuzdur ki vefat eden neferin künyesi ailesine yollanır. Lâkin beş gün önce Karahisar’ı ele geçirdiğimizde, Seyfi Çavuş’un ailesinin düşman tarafından katledildiğini öğrendik. Bu kahraman Türk evladı kederini yüreğine gömüp anacığını, babacığını defnedemeden düşmanın peşine düştü. Üç gün sonra kendisi de hakkın rahmetine kavuştu. Kovandaki yazılardan anladığım üzere bu topçu neferlerin bir ailesi de sizler olmuşsunuz. Bu sebeple Seyfi Çavuşun künyesini sizlere yolluyorum. Başınız sağ olsun. Hayır dualarınızı bizlerden, Fatihalarınızı aziz şehitlerimizden esirgemeyiniz. Hakkın rahmeti üzerinize olsun. Yüzbaşı Muhsin Talât 4.Alay 2. Tabur 8. Batarya 14 Muharrem 1341 Salihli”

Mektup bittiğinde tüm personel ağlıyordu. Atölyeye bir ölüm sessizliği çökmüştü. Hiç tanımadıkları halde iki satır yazıyla kardeş oldukları Seyfi Çavuşun ardından Fatiha okuyup amin dediler. Kamil Usta yutkunarak tezgâhının başına oturdu. Kovanı yeniledi ama bu sefer, minik iki perçinle Seyfi Çavuşun künyesini kovanın dibine çaktı. Yine her zamanki merasimle mermiyi kundaklayıp sandığa yatırdı. Oysa o mermi bir daha düşman mevzilerine gönderilmeyecekti. Kundakladığı merminin kundak arasına cepheden gelen mektubu ve yazdığı bütün olanları içeren kağıdı sokuverdi.

Savaşın bitmesinin ardından Ankara’daki mühimmat depolarında sayım ve temizlik yapılıyordu. Sandıklar tek tek açılıyor, mermiler sayılıp yeniden sandıklanıyor, kayda geçirilip daha tertipli bir cephaneliğe gönderiliyordu. Teğmen Hamdi Vâsıf, Kâmil ustanın hazırlayıp kundakladığı mermiyi buldu. Böyle bir anının, belki de yıllarca, sandıkların İçinde kalmasına gönlü elvermedi. Ciddi bir suç işliyor olmayı göze alıp mermiyi evine götürdü. Niyeti, ömrünün sonuna kadar mermiyi bir anı olarak saklamaktı.

Teğmen Hamdi Vâsıf Ankara kalesine çıkan dik sokakları koşarak tırmanıyordu.Soğuğa rağmen kan ter içinde kalmıştı. Yarım saat önce 20:30 sıralarında meclisten, cumhuriyetin ilan edildiği duyurulmuştu. Yine ilan edildiğine göre 101 pare top atışıyla cumhuriyet kutlanacaktı ve Seyfi Çavuş’un mermisi bu şöleni kaçırmamalıydı. Yetmiş, belki de sekseninci atışta topçuların yanına ulaşabilmişti. Yüzbaşı Muhsin Talat’ın yanına giderek sert bir asker selamı verdi.

-“Hamdi Vâsıf Edirne! Bir maruzatım var komutanım” Yüzbaşı sorar gözlerle genç subaya bakıyordu.

-“Evet teğmenim? Sizi dinliyorum”

Teğmen, mermiyi çıkarıp yüzbaşıya uzattı.

-“Yüzbirinci pareyi en çok bu mermi hak ediyor komutanım. Müsaadenizle bu şerefi ondan esirgemeyelim” diyerek kovanın macerasını bir çırpıda yüzbaşıya anlattı. Yüzbaşı Muhsin Talat gözlerine, duyduklarına ve okuduklarına inanamıyordu. Sevinç gözyaşlarını tutamadı. O kadar heyecanlanmıştı ki neredeyse aralarındaki rütbe farkına bakmaksızın genç teğmenin ellerini öpecekti.

Mermiyi alıp çekirdeğini dikkatlice yerinden çıkardı. Kovanın tepesine bir bez parçası tepip iyice sıkıştırdı. Subay şapkasını çıkarıp surun üzerine koydu. Mermiyi şapkanın içine yatırdı. Toplar atışlara devam ediyordu. 82, 83, …97, 98, 99… On dakika kadar sonra, atışları sayan çavuş:

- “Yüzüncüyü attık komutanım” diyince, 

Muhsin Talat, kovanı topun yatağına kendi elleriyle sürerek ateş emrini verdi. Subayların kılıçlarını çekerek selamladığı o son top sesi Ankara’nın her duvarından yankıyıp dört yıllık istiklâl savaşının tüm hikâyesini anlatmıştı sanki.

Rütbe ve mevkilerine bakmaksızın topun başındaki tüm askerler kucaklaşarak birbirlerini kutladı. Son olarak Yüzbaşı Muhsin Talat ile Teğmen Hamdi Vâsıf sarıldılar. Kovan ayaklarının dibindeydi. Yüzbaşı eğilip saygıyla kovanı yerden aldı. Avuçlarının yanmasına aldırmadı bile. HİÇ BİRŞEY KOLAY KAZANILMAMIŞTI. 

Kaynak-Tarihten Yaşanmış Hikayeler.